Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Diyarbakır’da; “Biz, Diyarbakır’da kuzuyu hatırlayan, Ankara’da kurdun yanı başında hizaya gelenlerden olmadık. Ülkemizin DEVA’sının her zaman birlikte, beraberlikte, barışta, demokraside olduğunu söyledik; söylemeye de devam edeceğiz. Demokrasinin yerelden başlayacağını söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Sayın Erdoğan Diyarbakır’a geldiğinde, şehirde Kürtçe afişler asılıyor değil mi? Ankara’ya gidince işler değişiyor. Ankara’ya ayak bastığı anda ortaklarını hatırlıyor ve anında burayı unutuyor” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Diyarbakır’da aday tanıtım toplantısında konuştu. Belediyelere yapılan kayyum atamalarını eleştiren Babacan, “Bir kez de Diyarbakır’dan yüksek sesle söylüyorum; iktidarın uyguladığı kayyum politikası halkın iradesini yok saymaktır. Bu kayyum politikası halkı cezalandırmaktır. Kayyum politikası demokrasimizin orta yerine açılmış koca bir çukurdur. Kayyum politikası, demokratik siyaset yapmayı anlamsızlaştıran; seçme, seçilme hakkını askıya alan bir uygulamadır” diye konuştu.
Babacan şunları söyledi:
“BİZ, DİYARBAKIR’DA KUZUYU HATIRLAYAN, ANKARA’DA KURDUN YANI BAŞINDA HİZAYA GELENLERDEN OLMADIK”
“Biz, Diyarbakır’da kuzuyu hatırlayan, Ankara’da kurdun yanı başında hizaya gelenlerden olmadık. Ülkemizin DEVA’sının her zaman birlikte, beraberlikte, barışta, demokraside olduğunu söyledik; söylemeye de devam edeceğiz. Demokrasinin yerelden başlayacağını söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Sayın Erdoğan Diyarbakır’a geldiğinde, şehirde Kürtçe afişler asılıyor değil mi? Ankara’ya gidince işler değişiyor. Ankara’ya ayak bastığı anda ortaklarını hatırlıyor ve anında burayı unutuyorlar. İşte daha geçtiğimiz ay, Meclis Genel Kurulunda bütçe görüşmelerinde yine bir Kürtçe krizi yaşandı. Neymiş, Meclis kürsüsünde bir milletvekili Kürtçe konuşmuş. Ne büyük ayıp değil mi, ne büyük suç.
“KÜRT SORUNUN EN ÖNEMLİ BİLEŞENİ DİL SORUNUDUR”
Biliyorsunuz, ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil, Meclis çatısı altında ısrarla ama ısrarla yok sayılıyor. Meclis tutanaklarına bir açıp baksanız tutanaklara ‘X’ yazıyorlar, ‘bilinmeyen dil’ yazıyorlar. Ne demek bilinmeyen dil? Fransızcayı, İngilizceyi bilenler, konuşulduğunda tanıyanlar, ülkemizde milyonlarca insanın konuştuğu dilin hangi dil olduğunu bilmiyor. Şimdi en son tutanaklara baktık. Bu sefer ne yapmışlar; üç nokta koyup, altına da ‘Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi’ demişler. ya şunun adını bir koyun ya. Bu ülkede eğer Kürt sorunu varsa, bu sorunun tabii ki pek çok bileşeni var, en önemli bileşeni bu dil meselesidir. Bu ana dil meselesidir. Siz bunun adını koymazsanız bu ülkede bu sorunu çözemezsiniz. Bu ülkede eşit vatandaşlıktan bahsedemezsiniz. Bu ülkede temel haklardan bahsedemezsiniz. Ne oldu Meclis’teki kürsü özgürlüğüne? Ne oldu Meclis kürsüsünde ifade özgürlüğüne? Çok temel bir konudur bu. Meclis çatısı altında her bir vekil kendini seçenleri temsil eder. Oradaki her bir vekil adı üstünde milletin vekilidir. Orada kendi şahsı için olmaz. Orada temsil ettiği bazen on binler, bazen yüz binler için oradadır. O kürsüde aslında millet konuşmaktadır. Onun için kürsü dokunulmazlığı diye bir kavram vardır. Onun için Meclis kürsüsü çok önemlidir.
“BİZ, İNSANLARIN KÜLTÜRLERİYLE KAVGA EDEN BİR TÜRKİYE İSTEMİYORUZ”
Aynısını Süryanice için de yaptılar. Mardin vekilinin Süryanice bayram kutlamasına da tahammül edemediler. Yine tutanaklara üç nokta, altına da ‘Türkçe olmayan dil’ yazdılar. Arkadaşlar biz insanların dilleriyle, kültürleriyle kavga eden bir Türkiye istemiyoruz. Biz, vekillerinin Meclis’ten çıkartılıp polis aracına bindirildiği bir Türkiye istemiyoruz. Biz, insanların kimliklerinin ezilip geçildiği bir Türkiye istemiyoruz. Çağ dışı kavgaları istemiyoruz. Bıkmadınız mı yahu bu kavgadan? Bu kavgalar yüzünden bu ülke neler çekti? Gencecik evlatlarımız bu kavgalara kurban gitmedi mi? Bakın daha geçenlerde bir platformda yayınlanan diziden bir sahne gündem oldu. Şöyle bir sahneydi bu; bir kadın, Kürt bir kadın bir mahkeme salonunda ifade veriyor fakat ifadesini Kürtçe verdiği için, hakimler kadının ifadesini tutanağa şöyle geçiriyorlar; ‘bilinmeyen bir dilde konuşmakta ısrar ettiği için…’ İzleyenleriniz vardır belki; çok paylaşıldı, çok konuşuldu bu sahne. Diyarbakır için bu, dizi, film sahnesi değil. Diyarbakır için bunlar yaşanan gerçekler. Siz, akrabalarınız bunları yaşadınız, eşinizde dostunuzda gördünüz. Mahkemelerde anadilde savunma hakkı nihayetinde 2013 yılında tanındı da böyle ayrımcı zihniyetlerin mahkemelerdeki ceberrutluğundan kurtulmuş olduk.
“KAYYUM POLİTİKASI HALKIN İRADESİNİ YOK SAYMAKTIR”
Bir kez de Diyarbakır’dan yüksek sesle söylüyorum; iktidarın uyguladığı kayyum politikası halkın iradesini yok saymaktır. Bu kayyum politikası halkı cezalandırmaktır. Kayyum politikası demokrasimizin orta yerine açılmış koca bir çukurdur. Kayyum politikası, demokratik siyaset yapmayı anlamsızlaştıran; seçme, seçilme hakkını askıya alan bir uygulamadır. Biz partimizi ilk kurduğumuzda bunları bütün detaylarıyla açıkça programımıza yazdık, tüm Türkiye’ye duyurduk. Bunu bugün söylemiyoruz, dört sene önce yazılı olarak ilan ettik ve aynı yerde duruyoruz. Ben bunları dile getirmek zorundayım. Çünkü, bunları açıkça ortaya koymadan, yerel seçimlerden bahsetmenin bir anlamı yok. Seçimi, sandığı konuşmanın anlamı yok. Hep söyledim, söylüyorum: Bu ülkenin sorunlarının çözümü meşru, demokratik siyasetten geçer. Herkes iddiasını, çözümlerini projelerini ortaya koyar, Halk kimi seçerse, belediyeyi de kanunlar kurallar çerçevesinde o yönetir. Bunun dışındaki her uygulama, demokratik açıdan da meşru değildir. Vicdani açıdan da meşru değildir.”